Beklenilenler listesi - I -

  • Sor, cevap bekleme. 
  • Beklediğini göster, ama belli etme. 
  • Kurcala, ama asla öğrenme. 
  • Bildiklerinin zararından kaç, unuttuklarının korkusunu bekle. 
  • Yüzeysel olma, sığlık en iyisidir deme.
  • Detayların saçmalığıyla zamanını öldürme.
  • Ölümün çaresini bulmaya da çalışma, ümitlenme.
  • Hayatın devamlılığını sağla, sonlandırmayı deneme bile.
  • Sahip olduklarını sahiplenme, hatta isteme bile.
  • Sonsuzluğu düşünme, sonsuz olmayı dene.
  • Başlama, sonu olmayan bir şey yoktur, bil, kabullenme.
  • İstediklerini al, aldığını kendininmiş zannetme.
  • Gül, dudaklarını oynatma, gizle.
  • Neşeni göster, yüzüne yansıtmadıysan gerçekleştirme bile.
  • Doldur, boşaltma, yavaşça akmasını bekle.
  • Rüya gör, rüyanı hayalleştirme.
  • Kendini bil, kitap gibi ezberleme.
  • Yaz, yazılarını çizimleştirme.
  • Adalete inan, asla oturup bekleme.
  • Git, terketme.
  • Kal, kurtarılmamayı iste.
  • Kalıplaştırma, kalıbını bul, etiketleme.
  • Değer ver, alınmasınıysa asla aklından geçirme.
  • Gerçekçi ol, ama asla gerçeği bilme.
  • Parantezi açma, kapattıktan sonra açmayı dene.
  • Bu listenin zıtlıklarla dolduğunu gör, zıtlaştırıp geçiştirme.
  • Bu kadarla kaldığını düşünüyorsan, sadece başlangıç de.
  • İstersen kendin yenilerini ekle, kolaymış deme.
  • Tek bir maddeyi anlamadıysan, bir de tersten dene.
  • O da olmuyorsa boşver, sen de sürüye katıl, ama gitme.

Hem evet hem hayırdı onunki



Hayır, umursamazlık değildi işte onunki, karamsarlık hiç değildi. Sadece çabasızlıktı, zorlamamaktı belki de. Hangi hayvan kuyruğunu yakalayabilmişti ki? Kulaç atmıyordu artık o, yorulmuştu, sırt üstü yatmış, varacağı yeri bekliyordu, hiçbir yere varamama ihtimali olsa da.

Hayır, salaklık değildi işte onunki, saflık hiç değildi. Sadece anladığını bilmekti, saklamaktı belki de. Hangi kitap rafta tozlanmamaya mahkum olmamıştı ki? "Oynat" tuşu takılı kalmıştı onda, durduramıyor, geri ya da ileri saramıyordu, bozulma ihtimali olsa da.

Hayır, suskunluk değildi işte onunki, sessizlik hiç değildi. Sadece sözcüklerinin bitmesiydi, anlatamamaktı belki de. Hangi insanın gördüğü tüm rüyalar gerçekti ki? Yazdıkları konuşuyordu, kelimeleri çok gevezeydi, uygunsuzların yan yana gelme ihtimali olsa da.

Evet, farkındalıktı onunki, baktığını görmekti. Zamanında değildi, ama geç de değildi belki de. Hangi müzisyen onca hızlı tempolu şarkısnın içine yavaşını da eklememişti ki? Onca zaman dinlediğinin sesini biraz daha açıyor, duyuyordu, sağır olma ihtimali olsa da.

Evet, gerçeklikti onunki, oyunu bitirmekti. Çekilmek değildi, ama kaybetmek de değildi belki de. Hangi bozuk saat günde iki kez doğruyu göstermiyordu ki? Kapayıp kilitliyordu, bir daha açamama, anahtarı bile bulamama ihtimali olsa da.

Evet, hareket etmekti onunki, beklememekti. Yolu bilmek değildi, ama beklenilen durağı da değildi belki de. Hangi tatlı su balığı tuzlu suya özellikle gitmişti ki? Değerlerini yanına alıyordu, hepsinin satılmış, şimdi başka yerlerde keyfini sürüyor olma ihtimali olsa da.

Hepsi kendi şaheserim, kendi pisliğim



Tüm renkleri siyaha dönüştürmek istiyorum önce, hiçbir iz kalmasın, hepsi kapkara olsun. Sonra kendi beyaz noktalarımı damlatmak istiyorum üstüne. Benim aydınlığım olsunlar, ben başarayım istiyorum, kendimi öne çıkarayım. Ama kimse bilmesin. İmza atmayayım altına. Savrulsun gitsin. Ucuna bir Güneş yerleştirmek istiyorum, ama şekli şu bildiğimiz Güneş gibi olmasın. Ben anlayayım onu ancak, ben bileyim. Yalnız baktığında öyle güzel olsun ki tıpkı Güneş gibi aydınlatsın tüm resmi. Tam her yer aydınlandı derken tekrar karalamak istiyorum tüm tablomu. Sonra köşelerine kahkahalar yerleştirmek istiyorum. Ortaya baksın hepsi, belli belirsiz suratlar, ama net kahkahalar. Tam ortaya sarıyla kahverengiyi bocalamak istiyorum, biraz da mavi. Gece kusmuğu olsun o, ben ona bu adı takayım. O koca karanlıkta atılan kahkahaların pisliklerinin bir sembolü olsun. Sonra saçmaladığımı farkedeyim tekrar karalayım siyahla tüm resmimi istiyorum. Bir süre o karanlığa bakayım, bekleyeyim, sadece düşüneyim. Dalsın gözlerim karanlıkta, sanki sonsuzluğa gidercesine, uzun bir süre. Sonra aklıma o sonsuzluğu göstermek gelsin. Kocaman daireler çizmek istiyorum işte o an. İlk aklıma gelen şey buymuş gibi. Atayım fırçamı, parmağımla çizebildiğim kadar fazla daireler çizeyim, büyüklü küçüklü. Saçma sapan gülümseyeyim istiyorum, çizerken mutlu olayım. Ardından bakayım yaptığıma tekrar somurtayım sonra. Bir daire çizmeyi bile becerememişim edasıyla. Bu sefer kısa yolu seçeyim, tabloma siyah boyayı dökeyim, uğraşmayayım. Alıştım zaten artık her yaptığımın üstünü karalamaya. Sonra yanımdan geçen minik bir karıncadan esinlenip onu çizmek istiyorum. Ama kocaman olsun, hiç olamadığı, olamayacağı büyüklüğü ben vereyim ona. Tüm ayrıntılarını çizmek istiyorum o karıncanın. Hatta öyle bir hırslanayım ki ayaklarının altına minicik bir fil çizeyim. Tablomda her şey mümkün nasılsa. Evet, tablomda mümkün ama, ben bir şey değiştirmedim ki burda diye düşüneyim sonra. Hem bana mı düşermiş sanki oynamak bunlarla? Hevesimin kırılmasıyla mahkum olsun yine o tablo karanlığımla. Bırakıp gideyim ardından onu orada. Tam arkamı döndüğümde bir ses duyayım istiyorum, sıradan bir ses olmasın, notalarla dolu olsun. Tüm benliğimi alsın birden benim. Koşmak istiyorum hemen o an tabloma tekrar. Ortaya belli belirsiz bir insan çizmek istiyorum işte şimdi, tüm bedeni notalardan oluşsun. Sıradan notalar olmasın ama. Öyle güzel yerleşsinler ki baktıkça canlansın o insan, adeta şarkı söylesin bana. Ama bir şey farkedeyim ardından. O insanın çevresinin kapkaranlık ve bomboş olduğunu. Çevresine de başka insanlar koymak istiyorum sonra. Ama kalmasın aynı rengim, benzemesin hiçbiri ortadakine. Ne yaparsam yapayım aynısı olmasın. Diğerleri hep birbirine benzesin ama bir türlü ortadakine benzetemeyim. Sonra yine boşvereyim en iyisi karalayım, sil baştan yapayım tüm resmi istiyorum bir kez daha. Bu sefer bir bakayım, siyahımdan bir damla bile kalmasın. Siyah olmazsa her şeye tekrar başlayamam ki. Tek şansım beyaz olsun. Dökeyim tüm beyazı üstüne. Hem tertemiz olur böylece. Ama bir şeyin farkında olayım sonra, ne kadar beyaz döksem de o tablonun asla bembeyaz olmadığının. Tekrar tekrar deneyeyim, defalarca kat üstüne kat atayım. Siyahla kolaydı ya bu iş, pişman olayım sonunda. Elimi süreyim tabloya istiyorum şimdi de. Her ne kadar görmek istemesem de denemek istiyorum, o tablo ne halde diye. Elime gelsin tüm yaptıklarım bir anda, karmakarışık. Hiçbirinin bir anlamı kalmamış. Sadece bir dolu pislik. Tek çare olarak atmak istiyorum o tabloyu, kurtulmak ondan, ve bir daha görmemek onu. Hem düşünüyorum, tüm heveslerimi, saçmalıklarımı, çevremdeki mutsuzluğumla güç bulan mutlu kahkahaları, kendini fil zanneden karıncaları, ve dahasını, çizdiğim, çizmek istediğim, çizmediğim ama bildiğim, hepsini, gerçek olmayan her şeyi atmak istiyorum ben aslında.
Sonra da şunu düşünüyorum, geri dönüşüm diye bir şey de var bu dünyada. Her pislik bir şekilde geri dönüyor, her ne kadar temizlenmiş, yenilenmiş olsa da sonunda.


Aslında yoktum ki...




Bendim o, karanlıkta minik bir ışığın yansıması gibi. Bildin mi? Girmiştim bulduğum ilk kapıdan içeri. Yavaşça süzülen, emeklemeyi yeni öğrenmiş çocuk gibi. Beni hissettin mi peki? Sonra içinden geçmiştim, bembeyaz bir hayalet gibi. Bir an ürperdin, ölümden korkan bir günahkar gibi. O kadar hızlıydı ki anlık beraberliğimiz, geçti gitti işte bir rüzgar gibi. Şimdi boşlukla dolu tüm oda, gittim çünkü yokum artık orada. Ardından baktıkça tek gördüğün bir yansıma. Yalandı aslında hepsi, doğru dediğin zaten yalanın tersi değil miydi ki? Çıkınca tekrar emeklemeye başladım ya şimdi, öğrendiklerim öğrenmediklerimin yanında bir hiçmiş belli. Yürüdüğümü belli  etmiyorum ben eskisi gibi, iz bırakmak en saçması aynıyım yine belli. Peki hatırladın mı beni şimdi? Hayırlarla dolusun zaten, beklemezdim ki asla bir eveti. Duyguyla yoğrulmuş duygusuzluğun hamuru gibi kaskatıyım artık, tek hissettiğim yorgunluk ve bıkkınlık. Anlam dedik anlamsızlaştık. Tek farkımız ben zaten hiç yoktum,
sahteydim, anlıktım, duruldum, gerçek olanlar arasında kendimi buldum. Zaman geçerken yavaşça, gerçeklerle başbaşasın artık, yaklaşmakta olan anları kovalıyorsun hızla, umarsızca. Arkana bakma huyun yoktu ki zaten asla. Daha nelerini bildim ben senin aslında, minicik zamana sıkıştırmıştım hepsini, ayırmadım anların birini diğerinden ya, bütün bebeklerini seven çocuk gibi. Saçmaydı, umutsuzcaydı, bir yıkıntının en altında sağ kalmışı aramaktı. Kazdım en derinlerine kadar, hissetmeyene kadar ellerimi, gücümü ümidim sanmıştım, canlandıracaktım belli şeyleri sanki. Ama ben de gerçek değildim, hissetmiyordum, sanıyordum, bitmiştim. Çıktım sandım, düşmüştüm artık hiç kurtulamazdım. Yukarıdan hiç baktın mı da sanki? Arkana dönseydin, bir ihtimal belki. Kayboldukça gülümsüyorum yine, bildiklerime ve bilmediklerime. Sahtelikle doluyum, bir gerçek olamadım belki de. Bulamadım yön, gittim sandım, diyemedim kendime dön geri dön. Korku sararken her yerimi, kendimden korkmak gerekmiş aslında anladım şimdi. Başarabildim mi? Hiçliğin kendini var sayması gibiydi benimki, her soğukluğun bir sıcağı araması gibi. Hükmedemediğim zamana yakındım, sonsuzluğa bağırdım, sıkışmıştım, kalmıştım. Aradıkça tozlandım, durdukça canlandım, ama asla bulamadım. Beni gördün sandım, utandım. Ben senin için kaldım, aslında asla uzanamadım. İstenmedim, sadece döndüm dolaştım. Ağladığım gözyaşlarımla ıslatamadım. Çığlıkları tek çözüm sandığım anda fark ettim, asla ama asla duyuramadım. Ne yaptığımı sandım ki, yoktum ben değil mi? Çünkü bendim o, karanlıkta minik bir ışığın yansıması gibi, bildin mi?

Dünyalı gören masum uzaylı


Merhaba Dünyalılar,
Ben sizden farklı olduğunu farkeden, kimliğini yeni çözmüş bir uzaylıyım. Nasıl olur diyeceksiniz, insan vücüduna sahipsin, ki insansın zaten. Doğru, insan olarak doğmuşum. Ama benim doğduğumda bana gerçek kimliğimi söylemediler ki. Böyle bir ırka yollandım işte, uyumlu olmaya çalıştım tüm zevklerinize, güldüğünüz, ağladığınız şeylere. Ama bu ana gelene kadar bu farklılığımın sadece dış görünüşte olmayacağını anlayamadım. İçim farklıydı hep sizden. Anlayamıyordum aslında sizi. Saçmalıyor yine diyeceksiniz, öyle belki de. Peki Dünyalıysam neden aldığım oksijen nefes almama yetmiyor? Neden gezip dolaşırken sanki dışardan kendimi izliyormuşum, veya biri beni kontrol ediyormuş gibi geliyor? Kendim gibi hissetmem gerekmez mi ki benim? Eğer sizden biriysem ben neden sizden bir kişi bile bana istediğim hisleri veremiyor, hep bir eksik var? Yanlış anlamayın, sizlerle mutsuz olduğumdan değil bu, sadece bir yerlerde bir kopukluk var ve ben onu çözmeye çalışıyorum. Peki eğer sizden biri değilsem ait olduğum yer neresi ki benim? Uzayda bir yerlerdeyse ait olduğum yer neden oradan koptum peki? Çok sorum var biliyorum. Ama ben bunları yıllardır kendime soruyorum zaten. Sizlerin haz aldığınız şeyler de doyurmuyor beni biliyor musunuz? Bir ümitsizlik, bir çaresizlik var o yüzden benim içimde. Çok eziksin diyebilirsiniz, yine haklısınız derim. Kime göre neye göre peki bu eziklik? Yine size göre, değil mi? İşte bana da sizin yaptıklarınız aynı bu şekilde anlamsız geliyor. Hatta bugün ne farkettim biliyor musunuz? Yemek yemekten bile sıkılmışım, o bile anlamsız gelmiş bana. Halbu ki gün içindeki tek öğünümdü, dalmam gerekirdi direk değil mi? Sizler yemek yemeyi hayatın en zevkli anı olarak görüyorsunuz belki de, olabilir. Acaba benim ait olduğum yerde de insana gerçekten haz veren şeyler neler? Düşünüyorum, bulamıyorum. Böyle sadece durmak, donmak istiyorum hatta. Hiç kıpırdamasam... Yoksa benim diyarımda kımıldamıyorlar mı? Belki ışınlanıyorlardır direk, kımıldama gereksiz diyorlardır, olabilir. Sizden çok var ama burada, sonuçta sizin yeriniz, peki benim gibi karışmışlar da yok mudur ki? Bir tanesini biliyorum, ama soramıyorum, tam emin de değilim aslında. Fakat ne zaman konuşsak sorduğumuz sorular hep aynı oluyor nedense. Bir adaletsizlik yok mu öyleyse? Çevremizde sizler gülüp eğlenirken, aradığnı bulmuşken bizim bu kadar yabancı kalmamız? Tıpkı kutup yıldızı gibi bizim durumumuz onunla, en azından şimdiye kadar kendimden olduğunu düşündüğüm tek insanla, dıştan aynıyız ama farklılığımız çok belli, fakat tıpkı kutup yıldızı gibi el atamıyoruz duruma. Sadece tepeden bakıyoruz öylece. Aslında bir yönden bu dışardan bakma durumu işe yarayabiliyor. Çünkü sizden gözüküp de aslında sizden olmayanları da kolayca farkedebiliyorsun, sen de farklı olduğundan. Yok, bu sefer kendimden olanlardan bahsetmiyorum. Hani şu maske takmışlardan bahsediyorum, siz insanların hep bahsettiği dert yandığı, ama bir türlü içlerini göremediği o maskelilerden. İşte onlar benim gibi de değil, biliyorlar farklı olduklarını, ama inatla sizden gibi gözükmeye çalışıyorlar, hep bir rol peşindeler, her birinin amacı tabi ki farklı. Ben bazılarına şahit oldum, ve inanın iç yüzlerini görmek istemezsiniz, anladım böylece neden maske taktıklarını, çünkü iç yüzlerini gördüğünüz anda hiçbiriniz yaklaşmazdınız onlara, o kadar kötü yani. Bizim bu durumumuz ne zamana kadar böyle devam edecek diyorsanız, kiminiz aradaki farklılığı atmak da ister tabi, haksızlar diyemem, biz de bunu isteriz, ama tıpkı kutup yıldızı gibi kaymadığımız sürece bize katlanmak zorunda kalacaksınız sanırım. Biz de zaten sizin içinize fazla girmiyoruz, bulaşmak pek istemediğimizden... Belli bir süre gözüküyoruz sadece...
Öyleyse sevgili Dünyalılar, ben şimdilik diyeceğimi dedim, diğer uzaylılar gibi "barış" için burdayım, ya da burdayız diyemeyeceğim, çünkü bizler maskelilerden değil, gerçekten ne için burada olduklarını bilmeyenlerdeniz. Siz en iyisi mi bizi yok saymaya devam edin, ve o maskelileri aranıza almaya devam edin, biz türümüzle ilgili yeni bilgiler edindikçe zaten size döneriz.
Sevgiler...

Daha çocuktum tabi ben o zamanlar



Alchemist tarafından mimlenmişim meğersem. Konu da "çocukluğumuzda aklımızda kalan en belirgin olaylar", hıhı evet.

Düşme uf olursun!
Sarışın, minik mi minik, çekik gözlü, garip bir kız. Ama öyle lafın gelişi garip değil, gerçekten garip yani. Çocuksun çık dışarı oyna, düş kalk falan yok. Zaten koşmaktan da korkardım hani düşerim diye. O yüzden çoğu sokak oyunlarını da bilmem yani. 
 
 "Anneeeee bak uzay!"
Al sana bir gariplik daha, resmen "Discovery Channel" hastalığı. Çocukluğumdan aklımda kalan en önemli şeydir belki de. Oturup belgesel, deney falan izlemek. Hatta bir ara izleye izleye "evrim teorisi"ne bile inanacaktım nerdeyse. Sonra da ufacık boyuma, yaşıma bakmadan minik kırmızı sandalyemin üzerinde, yine minik tatlı sehpamın başına  geçip koca ajandalara acayip şekiller, sözüm ona icatlar falan yapmak. Hatta bir ara yeni bir dil olayına falan da girmiştim sanırım. 

Rapunzel?
Bu arada o sarı saçların uzunluğu da önemli tabi. Bir kız çocuğu düşünün 8-9 yaşlarına kadar hiç saçını kestirmemiş. Diz kapaklarına kadar gelen uçları bukle bukle, sarı saçlı bir kız. İp atlamak isteyenler, reklama çık diyenler az değildi tabi. Eh malum, o yüzden şimdi o kız büyüyünce yumuşak olmasına rağmen, incecik telli, güçsüz ve bir o kadar da az saça sahip. Olsun, severim saçlarımı, rengini, yumuşaklığını, canlarım benim.

Yastığın kenarı var mı? 
Bu minik şey öyle kolay da uyuyamazdı tabii, eğer yastığın kenarı varsa o ayrı. O eller köşelere gidecek, oynayacak oralarla, rahatça uykuya dalacak. Sinir bozucu kenarı, köşesi olmayan yastıklar yüzünden uyuyamadığımı bilirim, evet.  

Bir eksiğimiz stilist olma merakıydı!
Bir çocuk oyuncakla oynar değil mi? Doğal olan budur yani. Bu olay da yok o ufaklıkta.  O Barbie bebeklerle yaptığım tek şey onlara yeni kıyafetler tasarlamaktı. Bu amaç uğruna heba olan peçeteler, bezler ve benzeri eşyalar, şimdi kim bilir neredeler...

Çocuk aklımla ben...
Yaratıcılığın, hayal gücünün doruk noktaları tabi. Yattığım anda, evin gizli bir yerinde bir düğme olduğunu ve ona basınca önüme bir direksiyon çıkacağını ve onunla evi uçurabileceğimi düşünürdüm. Hatta bu olayın her evde olduğunu. Güzel fikir aslında.

Yaz kızım...
Ve o minik kız 4-5 yaşlarına gelince de bulmacayla tanıştı işte, teyzesi aracılığıyla. Karelere harfleri girmekle başlayan macera daha sonra tüm kelimeyi girmeye dönüşür ve o kız okuma-yazmayı da öğrenmiş olur, evet. İşte yeni eğlencem de buydu sonra, defterlere anlamlı şeyler yaıp, çizebiliyordum ama, yine "sadece bana göre" anlamlı şeylerdi tabii ki. O günlerde ilk teyzem tarafından söylenmeye başlayan "minik sarı papatya" lafları da başlamıştı tabi.

Astronot olcam ben yeaaa!
İşte izler misin o kadar uzay belgeselleri falan? Ne oldu ama gerçekleşemeyen bir hayal olarak kaldı, göz bozukluğu, kalp rahatsızlığı derken... Bir de üstüne 9. sınıfta insanı fenden soğutan hocalar da gelince... Neyse ki lise sonda tekrar sevmeye başladım ama geçmişti artık tabi diğer çok sevdiğim şeye, dile kaymıştım. İngiltere merakıyla alakalı olsa gerek bu da...

16.00-18.00 mesai saatleri
Bir kızın okuduğu kolej babasının çalıştığı şirkete bağlı olur ve o kız babasıyla eve dönerse, ödevler de böyle erken biter işte. Ödülü de eve dönüş yolunda arabada uyumaktır. Kurulmuş saat gibi arabaya biner binmez gözler kapanır, hiç aksamaz.
 
Polis amcaya selam ver!
Her gördüğü polise selam veren bir tip işte, nedense... Askeriyedeymiş gibi arabada bile olunsa dikleşilir, o el anında alna götürülür.

Dıgıdık!
Evet, her at gördüğünde "anneeee baaak" diye bağırmalar, binmek istemeler falan. Şimdi de devam etmekte bu durum. Ve en sonunda beni biniciliğe başlatmaya kadar giden bir merak işte.

Arada normalleşmek lazım
- Pokemon: Çok istedim bir Pikachu'm olsun ama...
- İlk aşkım, Mad Jack: Hala bayılırım kendilerine, evet, nedense. 
- Power Rangers: Herkes pembeyi severdi, ben sarıyı.

Dünya'dan çağırılıyorsunuz
Ve o kızın küçüklüğünden beri asla atamadığı duygu, yabancılık. Dünya yabancı, insanlar yabancı... Bu durumun nedeni bilinmemekte, ama hala çalışmalar devam etmektedir. Yıllar geçtikçe bu yabancılaşma oranı gittikçe artmakla beraber, çevreden gelen duyumlara göre "delilik" makamını yakıştıranlar da olmuştur bu kıza.

Şimdi ben de onları mimlemişim meğersem:

Hatta Finduilas 'ı da mimlemek istemişim ama onun çoktan yazmış olduğunu görmüşüm. 

Koptu koptu kıyametler koptu!

İşte geçenlerde bir kıyamet kopmuş ki sormayın. Böyle her yer alt-üst olmuş falan. Dünya kalmamış ortada hani. Olay da şöyle. Uyuyorum tam, bir baktım birileri dürtüyor beni, aramızdaki konuşma da şu:
-Nereye gidiyoruz, ne dürtüyorsun ya?
-Bambaşka bir yere!
-Ama annem bana tanımadıklarımla konuşmamamı öğretmişti!
-Sen yürü.
-Şimdi yanıma da ne almalıyım ki? Hani havalar falan nasıl olur orada? Dur bir eşyalarımı toplasaydım.
-Yanına hiçbir şey almana gerek yok.
-Vaaaaay desene hepsi orada hazır olacak, tamam sevdim bu işi.
Anam bir baktım, dünyadan falan da çıktık sonra. Topluca uçuyormuşuz meğersem. Sıra falan da yok hani. İte kalka gidiyoruz. Bir kalabalığız ki sormayın gitsin. Genci yaşlısı herkes gidiyor. Sanki tüm dünya he. Bir de konuşmalar duydum ben "kıyamet" falan diyolar. O zaman dank etti bana hakkaten de tüm dünya burada. Vay be. Gittik sonra bir sırada beliyoruz tabi. Hala durumu çakamamışlar da var. "İşim var, toplantım var çabuk olun" diyenler mi dersin, "Sevgilimle buluşacağım ben ya, görmedim kaç gündür, ektim sanacak, zaten limoni aramız." diyenler mi dersin, "Kırk yılda bir hanımdan kurtulduk eğlenecektik onda da bu çıktı iyi mi?" diyenler mi dersin, "Oh lan sınavdan yırttık"lar mı dersin, "Noldu lan yoksa bizim hatunun mu işi bu, aldattığımı falan mı çaktı, işkence mi edecek??!!" diyenler mi dersin, hepsi. Güldüm tabi kendi kendime. Bazıları da durumu çakmış, sevdiklerini arıyordu bu arada. Üzüldüm onlara tabi, bulsunlar ailelerini, sevgililerini dedim, ayrılmasınlar. Ben mi? Ben orada da kendi başıma bir köşemde oturdum bekledim, yalnızlığı severim tabi, hoştur. Kimseye de bulaşmadım, sadece izledim durumu. Bir de mutluyum ki sormayın gitsin, bitti lan! diye böyle. Utanmasam halay çekeceğim o derece yani! Ömrümde hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyordum. Doğru ya, ömrümde değildim artık çünkü. Ömrümden sonra da olsa sevinmiştim sonunda.

Sonra ne mi oldu? Uyandım... Evet, hepsi basit bir hayaldi... Derin bir nefes aldım, şu "yaşamak" denen şeye devam edebilmek için.

Kendimle baş başa

İnsanlar kimse olmayınca yalnız olduklarını zanneder. Bence en büyük kalabalık kendi yalnızlığımızdır aslında. Beynimizin içinde o kadar çok düşünce vardır ki çıkımayı bekleyen, kendi kendimizle kaldığımız anları bekler adeta. O an geldiğinde de hepsi birden saldırır. Bir dur bir bekle birini önce halledetmem gerek diyemezsin diğerine. O yüzden arada kendimizle kalıp sadece düşünmek en güzeli... Uzatmayalım, evet bugün ben de bunu yaptım. Kendimle baş başa saatleirmi geçirdim. Sıra gelelim ziyaretçilerime. Kimler kimler geldi sayıyorum;

* Bir kere şu benim suçluluk duygum geldi, başladı bana saymaya "Salaksın sen, hani biliyordum salak olduğunu da bu kadar salak olabileceğin de aklıma gelmezdi yani. Şimdi senin hayat boyunca yaptığın tüm salaklıkların cezasını bak ikimiz de çekiyoruz? Ne olacak şimdi? Nerden nasıl devam edeceksin? Bunların hepsinin suçlusu sen değil miydin zaten? Kim dedi sana bu kadar şey yap diyen, biri alnına silah mı dayadı, hayır! Zırlan dur şimdi! Hayır sen zırlanırken bir de çevrendekilerin yanında olmasını bekliyorsun o daha da komik. Bilmeden herşeyi arap saçına döndürür sonra bir köşede napılır ki şimdi diye oturur beklerdin, bir de beni de yanında sürüklerdin! Böyle durumlarda hatırlarsın bir beni zaten, başında hatırlasan olmaz değil mi?"
* Sonraki konuğum sinir oldu, tabi ki bir öncekinin gitmesini bile beklemeden atladı ortaya; "Ya bırak suçlulukmuş, yeter toparlan da alayına sinirli ol yine yeniden! Suçlu hissedecek ne var ki? Sen bu kadar insan için neler neler yapıyorsun şimdi de gittiler diye kendini suçlu görüyorsun? Bırak kinlen hepsine! Sen sadece içinden geleni yaptın, onlar bunu bilemediyse artık sana düşmez bunun derdi. Ne düşünürlerse de düşünsünler seninle ilgili. Sen hepsinin gerçeğini bilmiyor musun zaten? Kendini kanıtlamak için neden bu kadar çok uğraşıyorsun ki? Nefret et hepsinden, bırak umursama......." diye haykırmaya devam etti uzun bir süre.
* Bu arada minik bir konuğumun daha olduğunu zar zor farkettim. Kendine ümit diyordu. Tabi halk arasında umut, ışık diye de çağırılabiliyordu. "Herşey yoluna girecek, bak gör diye fısıldadı bana. Birazcık beklesen, sadece birazcık? Bak göreceksin sadece belli bir süre beni yanında tut herşeyin değiştiğinin farkına var." Ancak, o kadar kısık sesle konuşuyordu ki adeta orda yok gibiydi. Zaten o yüzden ben de pek önemsemedim kendini, üzgünüm. Biraz daha bağırsaymış dedim, konuşmasının devamını dinlemedim bile.
* Bu arada bir şey dürttü beni adeta. "Hey sen, kimlerle takılıyorsun bilmiyorum ama asıl önemli olan benim burda! Bensiz ilerde sürünürsün sen!" diyerek tüm dikkatimi kendisine çekti birden! Bu benim "kariyer takıntım"dan başkası olamazdı. "Değermiş, önemmiş, geç bunları. En sonunda sen zaten kendinle kalacaksn. Kimse de sana bakmayacak dönüp de benden başka. Tabi o da beni yanında götürürsen olacak, eğer çaba sarfetmezsen ve yanında beni almazsan hayatın bir hiç olacak. Ne sanıyorsun sen? Takıldığın bu çeşitli "duygu"lar seni nereye getirecek sanıyorsun? Hepsini de tanıyorum ben, suçluluk olsun, kızgınlık olsun, umut olsun, bir de şu hep arkanda sakladığın üzüntün olsun, hepsi de beni yerle bir eden şeyler bu hayatta! Hiçbirine aldanma! Bırak tüm duygularını sen bana gel! Doğru, ben öyle kolay elde edilir birşey değilim, sertim az ama beni hak edeni öyle yerlere çıkarırım ki... Ki ben sende ışığı gördüm, neler neler yaptın sen bugüne kadar! Milletin imkansız dediği şeyleri başardın! Mütevazi olma şimdi, başaramayacağın, üstesinden gelemeyeceğin hiçbir şey yok senin bu hayatta, tek yapman gereken tüm duygularını köreltmek, tamamen ama. İlerde istediğin her kapıyı ben sana zaten açarım, gerisi boş....." Öyle ikna edici ve mantıklı konuşuyordu ki, aralarında tüm dikkatimi vererek dinlediğim tek konuğumdu sanırım.
* Bu arada son "belirgin" konuğum da gelmişti. Ben ona "ruhumun gıdası" diyordum, o kendine "müzik aşkı". Pek havalıydı evet, ama neşelenmemi sağladı hani. "Amaaaan ara ver tüm bunlara sen, aç ordan bir şarkı, neşelenelim, üzülelim, tüm herşeyi bir arada yaşayalım" dedi. Kısa ve özdü onun konuşması, zaten ona göre şarkılar anlatacağı herşeyi anlatıyordu. Tabi onu dinledim hemen, dinledim şarkılarımı.
* Doğru bir de şu "üzüntü" vardı, yanımdan ayrılmayan hani. O hep sessiz, nesini anlatıyım ki onun? Her zamanki gibi arkamdan baktı bana sessizce, ben anladım onun dediğini, her zamanki gibi... Unutturdu bir anda bana diğer tüm konuklarımı, kalan tüm zamanımda sessizce bakıştık onunla...

Neden mi?

Geçmiş, gelecek ve şimdi. Neden "şimdi" peki? Neden yaşadığımız an "gelecek" olmuyor ki? Bilsek başımıza gelecekleri, ona göre davransak olmaz mıydı? Hata yapmazdık işte. Güvenmek ne öyleyse? Belli bir geçmişi yaşayıp oluşan bi kavram değil mi? O zaman sadece "geçmiş" ve "gelecek" olsa mesela? Ama şimdi olmasa asla... O güven de yıkılabiliyor aslında. Yok, o zaman sadece gelecek olsun, emin adımlarla yaşayalım, bulunduğumuz anı hissetmeden geleceği hissederek sadece. Çünkü "şimdi"yi yaşayınca tek hissettiğin geçmişten kalan şeyler oluyor. Geçmiş seni yanıltıyor aslında. Geleceğinin de öyle olacağını sanıyorsun kendi kendine. Bilmiyorsun ki insanlar değişebilir, verdiği sözler de tutulmayabilir. Sen kendi kendine düşündükçe yine anlam veremiyorsun, "ama öyle değildi?" diyorsun. Olur mu? Apaçık ortada neyin nasıl olduğu. Kendini kandırma sürecinde her zaman yalnızdın aslında. Sadece yanında hissediyordun çevrendekileri. Sen onların yüz probleminin yüzüne ortak olmaya çalıştın ama onlar senin yüz probleminden birinin bile ne olduğunu asla bilmediler. Ama gerçeği, ileriyi bilseydin belki böyle olmayabilirdi? Böylece hayatına aldığın insanlara da dikkat ederdin? Peki ya hayatına aldıklarının hiçbiri gelecekte kalmayacaktıysa? Olsun, yine de ona göre atardın adımlarını. Yani, evet en azından ben böyle yapardım. Şuan sorduğum "niye" sorusunu sormuyor olurdum işte. Şimdi geleceği bilmiyorum, ne olacağını da, kimin kalacağını da. Ama geçmişimi biliyorum. Gidenin gittiğini, umursamadığını... En kötüsü de asıl umursadıklarımın, verebildiğim herşeyi verdikçe, karşılığında hiçbir şey beklemedikçe,  alay edercesine vermediğim şeylere yakına yakına gidenler olduklarını...  Ne kadar kolay geliyor insanlara "sen geleceğe bak" demek. Bu lafları artık duymak bile istemiyorum aslında. Nasıl geleceğe bakmamı bekliyorlar ki? Tamam işte, benim de istediğim bu zaten ama bakamıyorum...!?

Whisper